Adanalı Hanımağa 13
Adanalı Hanımağa 13
“Nerdesin sen, arıyorum arıyorum açmıyorsun!” diye serzenişte bulundu. Kızmıştı. “Melis’le beraber projeye bakıyordum!” dediğimde sesi daha da sertleşti. “Biliyorum, evine gitmişsin üstelik. O orospunun evinde ne işin var senin? Çalışacak başka yer mi bulamadın da onun evine gittin!” diye söylendi. Beni kulübe bırakan şoför söylemişti demek ki. Onun yanında eve gitmekten söz etmiştik. Ayrıca “Manevi Kızım!” dediği Melis için şimdi “Orospu!” demesi de ilginçti.
Beni Adana’nın beş yıldızlı lüks otellerinden birine çağırdı. Orada yapacağı görüşmeye benim de katılmamı istedi. Hayır diyemezdim, o yüzden “Tamam, taksiye atlayıp gelirim!” dedim. Yoldan geçen bir taksiyi durdurup otelin adını söyledim ve oraya gittim…
Gittiğimde Hanımağa henüz gelmemişti. Üstümde takım elbise, elimde çantayla burası için sırıtan bir görüntü sergilemiyordum ama yine de bu kadar lüks ve debdebeye alışkın olmadığım için sıkıldım. Lobideki boş koltuklardan birine oturdum.
Çok değil 10 dakika sonra Hanımağa geldi. Her zaman pantolonla görmeye alışmıştım ama şimdi üstünde beyaz uzun pileli bir etekle ceket vardı. İçine siyah bir gömlek giymişti. Siyah topuklu ayakkabıları üstünde arkasında iki adamıyla birlikte sert ve kararlı adımlarla yürüyordu. Uzun sarı saçları yürüdükçe oluşan rüzgârda dalgalanıyordu. Siyah büyük güneş gözlüklerini saçlarına atmıştı.
Bana olan kızgınlığı geçmemiş gibiydi. Önce soğuk soğuk baktı sonra da “Şimdi misafirim var, senin ifadeni sonra alıcam!” dedi. Misafirleri gelene kadar lobide oturduk. Hanımağa bacak bacak üstüne atıp dergi karıştırırken adamlar etrafa bakıp kolaçan ediyordu sürekli.
Bana Melis’le yaptığım görüşmeyi sordu. Melis’in anlattıklarını tekrarladım. “Eğer kararları o verecekse sen ne işe yarayacaksın!” diye çıkıştı. Son yerleştirmeler konusunda kararı Melis’e bırakmamdan hoşlanmamıştı. Yine de çok üstünde durmadı.
15-20 dakika kadar sonra adamlardan biri kapıyı işaret ederek “Geldiler Hanımağam!” dedi. Hanımağa ayağa kalkınca ben de kalktım. Yaşlıca bir adamla orta yaşlı bir kadın yan yana geliyordu. Adam yürümekte zorluk çektiğinden kadının koluna girmişti. Arkalarında birkaç tane takım elbiseli ve fedai oldukları çok belli olan adamlar vardı.
“Abuzer ağa hoş geldin!” dedi Hanımağa ve adamın elini sıktı. Yanındaki kadına da “Ceylan bacım sen de hoş geldin, nasılsın!” diye sordu. “İyiyim bacım, sağ ol!” dedi kadın erkeksi bir tavırla. Hanımağa beni tanıştırınca adamın elini sıktım. “Maşallah!” diyerek elimi iki elinin arasında tuttu. Ceylan adındaki kadın ise sertçe, bir erkek gibi sıktı elimi. Birlikte restoran kısmına geçtik. Bizim için ayrılan masaya oturduk.
Yemeğimizi yerken Hanımağa kısaca anlattı Abuzer ağanın hikayesini. Yaşlı adamın eski zamanda Adana’nın önde gelen kabadayılarından biri olduğunu öğrendim, yanındaki kadın da kızıydı. Abuzer ağa artık yaşlanmış, elini eteğini çekmişti işlerden. Karısı da öldükten sonra tamamen çiftliğine çekilmişti.
İşleri kızı idare ediyordu ama artık ticaretle ve tarımla uğraşan bir aile olmuşlardı. Kabadayılık günleri geride kalmıştı. Ayrıca geçmişte aralarında bir husumet olduğunu ama şimdi barıştıklarını üstü kapalı şekilde anlattı Hanımağa. Abuzer ağa da “O günler geride kaldı çok şükür!” diyerek Hanımağa’nın sözlerine ilave yaptı.
Ceylan adlı kadın da Hanımağa gibi duldu ama iki oğlu vardı. Döviz işi yapan kocası kan davası nedeniyle birkaç yıl önce silahlı saldırıda öldürülmüştü. Bu akşamki buluşmanın sebebi de dolaylı olarak buydu. Kocasını öldürenler Abuzer ağa ve kızını yeniden tehdit etmeye başlamışlardı. Eski zamanlardaki gücü olmayan Abuzer ağa da Hanımağa’dan yardım istiyordu.
“Halen kocamın yasını tutuyorum. Kocamı kaybettim ama çocuklarımı da kaybedemem!” dedi Ceylan adlı kadın. Baştan aşağı siyahlar içindeydi ve siyah tül bir eşarp atmıştı başına. Üzgün, ağlamaklı bir sesle söylemişti bunu. Hanımağa onun elini tuttu teselli etmeye çalışarak.
Bu haliyle Arap şeyhlerinin haremindeki kadınları andırıyordu. Yasta olduğunu söylese de yüzünde ve gözlerinde hatırı sayılır bir makyaj vardı. Kırmızı ojeli tırnakları bakımlıydı. Olgun ama hoş ve çekici bir kadındı.
Hanımağa karşı tarafla görüşeceğini, ikna etmeye çalışacağını, ona göre bilgi vereceğini söyledi Abuzer ağaya. Bana aslında bu işe pek bulaşmak istemiyormuş gibi geldi. Konuşmasına bakılırsa Abuzer ağa ve kızını oyalıyor gibiydi. Zaten bu akşamki görüşme talebi onlardan gelmişti. Yine de Abuzer ağa ve kızı teşekkür edip kendisinden hayırlı haberler beklediklerini söyleyerek gittiler.
Onlar gittikten sonra “Amına koyduğumun pezevengi!” dedi dişlerini sıkarak. Abuzer ağaya geçmişten dolayı halen kin beslediğini fark ettim. “Sen kancıklık edip adamların deposunu yakalatırsan onlar da böyle yapar!” dedi daha sonra. Ama bana açıklamasını yapmadı. Kadehte kalan rakısını bir dikişte içtikten sonra kalktık.
“Kulüpte banka müdürüyle buluşacam, sen de gel!” diyerek beni de peşine taktı. Zırhlı Mercedes’e atlayıp yola koyulduk. Arabada Abuzer ağanın sözünü ettiği hasımlarından birini aradı. Yaptığı görüşmeden bahsetti. Telefondaki adam intikam alma konusunda kararlı gibiydi ama Hanımağa bu işi daha fazla uzatmalarını istemiyordu.
“İşi uzatıp bokunu çıkartmayın, nerede duracağınızı bilin, akıllı olun. Sizin için iki milyon Dolar isteyecem, vermezse cezasını ben keserim. Daha fazla uzatmayın, benden haber bekleyin!” dedi emreder bir tonda.
Adamın “Tamam Hanımağam ama bu herif midemi bulandırıyor!” dediğini duydum. “Bulandıracak bir şey yok, sabretmesini öğrenin biraz, daha dün bir bugün iki. Çekirge gibi zıplamaya kalkmayın, ezilirsiniz. Benden haber almadan iş yapmayın sakın!” dedi ve kapattı telefonu.
Konuştuğu adama da bir dünya küfür etti. Ardından “Kocasının yasını tutuyormuş amına koyduğumun orospusu! Ulan Adana’da altına yatmadığın adam yok, herifi kimlerle boynuzladın onca zaman. Şimdi de “Kocamın yasını tutuyorum!” diyorsun!” diye konuştu kendi kendine.
Bana dönüp “E, sen anlat bakalım. O pezevengin kızıyla ne yaptın evde? Onun ne bok olduğunu ben bilmiyorum mu sanıyorsun!” diye çıkıştı. “Projeden bahsetti. Başka ne olsun, ben ne bileyim onun ne olduğunu!” dedim salağa yatıp alttan almaya çalışarak. “İnşallah öyledir!” dedi sinirle.
“Babası Adana kerhanesine karı satardı. Öyle babanın kızından ne hayır gelecek!” dedi daha sonra. “E hani, babası arkadaşınızdı!” dediğimde “Ne arkadaşı canım. Herif pezevenkti, benim pezevenklerle işim olmaz. Ama bu alemde olunca illa ki bir yerde dirsek temasın oluyor. Bizim eski pavyonda çalışan kızları bu pezevenk yollamıştı bize!” diyerek yanıt verdi.
Kulübe gittiğimizde görüşeceğimiz banka müdürü gelmiş, arka masalardan birine oturmuştu. Konsomatris kızlardan biri yanındaydı, adamın koluna girmiş kahkahalar atıyordu. Müdürün elleri kızın bacaklarında geziniyordu. Masada bir şişe viski vardı.
Hanımağa kızı bir baş işaretiyle kovdu. Kız çabucak kalktı ayağa ve ürkek adımlarla uzaklaştı. Hanımağa “Erman Bey, ne arıyorsun sen burada? İçerde niye oturmadın!” diye sorunca adam “Valla, beni direkt buraya aldılar!” dedi.
Hanımağa iş görüşeceği adamın masaya oturtulmasına bozulmuştu. Müdürü çağırıp fırça kaydı ama müdür “Valla Hanımağam ben beyfendinin geldiğini görmedim. Görseydim içeri alırdım, çocuklar tanımadığı için burayı göstermiş!” dedi. Doğrusu adamların suçu yoktu. Banka müdürü kim olduğunu söylemediği için adamlar da buraya oturtmuş, yanına da kız göndermişlerdi.
Bu arada Sevda öndeki masalardan birindeydi. Yan gözle bana bakıyordu “Ne yaptın, konuştun mu!” der gibi bir suratla. Onunla ilgilenemeden Hanımağa’nın odasına geçtik.
Görüşmenin konusu kısa zamanda anlaşıldı. Hanımağa kumarhaneden ve tefecilikten kazandığı paraları müdür vasıtasıyla aklıyordu. Kulüpten, benzinciden ve diğer yasal yollardan kazandıklarının haricinde asıl para kumarhaneden ve tefecilikten geliyordu ve müdür bu paraları sisteme sokuyordu. Karşılığında da komisyon alıyordu. Döviz, faiz, altın ve borsada Hanımağa’nın parasını değerlendiriyordu.
Cumartesi günü benzinciden aldığımız parayı ve başka bir miktar parayı benimle bankaya göndereceğini söyledi. “Tuğrul benim damadımdır. Artık yavaş yavaş işlerin içine onu da sokuyorum. Muhasebe finans işlerine kafası çalışan biridir. Benimle halledemediğin bir mesele olursa onunla konuşabilirsin. Parayı da yarın onunla gönderecem!” dedi müdüre.
Müdür uzun boylu, kel bir adamdı. Kafasını sallayarak “Olur Hanımağam, nasıl istersen!” dedi. Masada içtiği iki kadeh visk**en kafası iyi olmuş gibiydi. Hanımağa adamın bu haline çok sinir olsa da eli mahkûm olduğu için sesini çıkartmadı.
Müdür kalkarken ağzında bir şeyler eveleyip geveledi. Ben ne demek istediğini anlayamasam da Hanımağa çabucak kavramıştı. Masada yanında oturduğu kızla bir gece geçirmek istiyordu.
Hanımağa kalkıp kapıdaki adama kulüp müdürünü çağırmasını söyledi. Az sonra müdür geldi. “Emret Hanımağam!” deyince “Müdür beyle masada yanında oturan kızı evine bırakın!” dedi. Kulüp müdürü “Kız başka masada Hanımağam, kaldırırsam ayıp olur müşteriye!” dedi çekinerek.
Anlaşılan bu tip işlerin bir raconu vardı. Masaya oturtulan kızı kaldırmak hoş karşılanmıyordu. Hanımağa “Müdür Bey, sana başka kız bulalım, şimdi masadan kaldırmak olmaz. Onu başka zaman gönderirim ben sana!” deyince müdür “Sorun değil Hanımağam, hani ben şey olsun diye söylemiştim!” dedi sırıtarak.
Hanımağa kulüp müdürüne “Sorun çıkarmayacak kızlardan birini ayarla!” dedi bunun üzerine. Müdür başını sallayarak çıkarken “Ha, unuttum söylemeyi. Yakında bir milyon Dolar gönderecem sana!” dedi banka müdürüne. Adamın gözleri parıldadı birden. Bir milyon Dolar demek iyi bir komisyon alması demekti neticede. “Allah daha da versin Hanımağam!” diyerek çıktı.
Adamın ardından “Amına koyduğumun ibnesi, komisyon aldığı yetmiyor gibi bir de koynuna karı sokmamı istiyor!” dedi sinirle. Bir süre parmaklarını masaya vurdu, canı sıkkındı.
“Ne oldu? Bir şey mi var!” diye sorduğumda kalkıp karşıma oturdu. Bacak bacak üstüne attı. Çorapsız çıplak bacakları eteğinin altından görünüyordu. Ellerini koltuğun kenarlarına koyup geriye yaslandı.
Gözlerini üzerime dikerek “Ne o lan? Dün bir bugün iki, cin olmadan adam sikmeye kalkıyorsun!” dedi sinirle. “Ne oldu ki!” dediğimde “Bırak bana numara çekmeyi. Dün gece Sevda ne arıyordu senin evinde!” diye sordu.
Doğrusu çok şaşırdım bunu söylemesine. Nerden öğrenmişti bunu? Sevda mı söylemişti yoksa? “Sen nerden duydun!” diye sorduğumda “Bana bak. Gözlerimin içine bak. Bu kadar adamı senelerdir nasıl idare ediyorum sanıyorsun? O orospunun arkamdan iş çevirdiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Aklı sıra benden habersiz iş yaptığını sanıyor. Seni de kendine ortak etmeye çalışıyor. Ne anlattı sana!” dedi öfkeyle.
Sevda’nın sözlerini aynen söyledim. Ayrılmak istediğini, imzaladığı senetleri, burada mutsuz ve huzursuz olduğunu anlattım. “Amcık fahişe!” dedi dişlerini sıkarak. Kalktı ve kapıdaki adama Sevda’yı göndermesini istedi. “Masada olsa bile kolundan tutup getir buraya!” dedi öfkeyle.
Bir dakika kadar sonra Sevda geldi. Adam kapıyı kapatıp bizi baş başa bıraktı. Sevda elleri önünde bir Hanımağa’ya bir bana bakıyordu. Hanımağa ise sessizdi. Bir süre hiçbir şey demedi. Derken birden gök gürültüsü gibi patladı: “Ulan sürtük! Sen ne yaptığını sanıyorsun! Şimdi de Tuğrul’u mu kendine ortak etmeye kalkıyorsun! Senin yedi sülalenin amına koyarım!”
Ardından kalktı ve Sevda’nın suratına artık alıştığım okkalı tokatlarından birini atıp siyah saçlarına asıldı. Sevda yediği tokat ve canının acısıyla kıvranırken “Yapma Hanımağam, kurban olayım, benim bir şey yaptığım yok!” dedi ürkekçe.
Hanımağa onu geriye itti, ince yüksek topuklu ayakkabılarının üstünde düşecek gibi oldu Sevda, koltuktan tutundu son anda. Siyah, süper mini ve daracık elbisesinin içinde korkudan tir tir titriyordu.
“Burada kızlara uyuşturucu satmaya kalktığında senin fişini çekmem gerekirdi!” dedi yerine otururken. Anlaşılan Sevda’nın kötü bir şöhreti ve geçmişi vardı Hanımağa’nın gözünde. “Valla ben öyle bir şey yapmadım Hanımağam. Ekmek Kuran çarpsın ki yapmadım. Ne olur bir kere de beni dinlesen, bana inansan, ben yapmadım, İclal’in işi o!” dedi yalvarırcasına.
Ancak Hanımağa onu duymuyordu o anda. Sinirden gözleri ateş saçıyordu. “Ne vadettin Tuğrul’a!” diye sordu. Ardından da bana dönüp “Ne verdi sana!” diye sordu. “Bir şey vermedi!” dediğimde “Bak, akraba falan dinlemem alırım ayağımın altına!” dedi sinirle. Yutkundum, korkmadım desem yalan olurdu. Artık birlikte çalışacaktım, onun bu haline ve tavırlarına alışmam gerekiyordu. Ama nasıl yapacaktım bunu?
Benden yanıt alamayınca Sevda’ya döndü, “Koynuna mı girdin!” diye sordu. Sevda cevap vermedi önce, Hanımağa sesini yükselterek aynı soruyu sorunca başını öne eğip “Yok koynuna girmedim. Ağzıma aldım!” dedi ürkekçe.
Cevap sonrası Hanımağa bana döndü. İstese beni oracıkta öldürme emri verebilecek kadar sinirlenmiş görünüyordu. Ama sakin bir ses tonuyla “Doğru mu söylüyor!” diye sordu. Başımı sallayıp “Doğru!” dedim. Bir süre durduktan sonra “Demek ağzına aldın!” dedi Sevda’ya.
Odada uzun bir sessizlik oldu. Hiçbirimizden ses çıkmıyordu. Derken Hanımağa kalktı ve Sevda’nın önünde durdu. Gözlerini üzerine dikti. Sevda yere bakıyordu, Hanımağa’ya bakmaya korkuyordu. Hanımağa çenesinden tutup başını kaldırdı onun ve suratına bir yumruk geçirdi. Sevda az önceki tokadı karşılamış, ayakta kalmıştı ama bu yumruk karşısında çaresiz kalıp yere kapaklandı. Ayağa kalktığında burnu kanıyordu.
Hanımağa seslenince kapıdaki adam içeri girdi. “Bu orospuyu evine götürün. Bundan sonra benden habersiz tuvalete bile gitmeyecek. Evinden alıp evine bırakacaksınız. Aksi halde hepinizi gebertirim!” dedi öfkeden kudurmuş bir halde.
Onlar çıkıp odada baş başa kaldığımızda kadehine viski koyup içti kısa ve sık yudumlarla. Öfkeden dişlerini sıkarak ve kısık sesle “Ben sana iş veriyorum, yanıma alıyorum, daha iyi yerlerde olmanı istiyorum… Ulan onu bırak kendimi veriyorum sana… Senin bana yaptığına bak… Üç kuruşluk orospularla iş tutuyorsun!!” dedi.
Bir kadeh daha alacakken uzanıp elini tuttum. “Özür dilerim, benden habersiz geldi. Ben ne olduğunu anlayamadan oldu her şey!” dedim. Elimi itip geriye yaslandı koltuğunda. Sözlerime inanmadığı ortadaydı. Ellerini saçlarına attı. Halen saçında olan güneş gözlüğünü alıp masaya vurdu sertçe. Gözlüğün çerçevesi ve camları kırıldı.
Kalktı ve kapıya gitti. Kapıdaki adama bir şeyler dedikten sonra kapattı kapıyı ve kilitledi. Ardından karşıma geçti ve dizlerini yere koydu. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken ellerini pantolonumun kemerine atıp çözdü, düğmesini açıp fermuarını indirdi. Baksırımı sıyırdı. “Ne yapıyorsun sen, manyak mısın!” dedim kısık sesle.
Ancak Hanımağa cevap vermek yerine yarağımı sıvazladı ve ağzına aldı. “Ya deli misin, birisi gelecek şimdi, güvenlik kamerası falan vardır, birileri görecek!” dediğimde başını kaldırıp “Merak etme, bu odada kamera falan yok!” dedi. Yeniden emmeye başladı yarağımı.
Başını hızlı hızlı kaldırıp indiriyordu. Sağ eli yarağımda, sol eli dizimdeydi. Ne olduğunu anlayamadan Hanımağa’nın yoğun saksosuyla karşılaşmıştım. Heyecan ve tedirginlik bir aradaydı. Kapı kilitliydi ama her an birisi içeri girebilecekmiş gibi korkuyordum.
Hanımağa ise sanki kendini Sevda ile kıyaslıyordu. Yarağımı iştahla emerken “Ben ondan daha iyi yaparım!” demeye çalışıyordu. Yarağım gittikçe sertleşmeye başlamıştı. Hanımağa hızlı hızlı kaldırıp indiriyordu başını ve yarağımı ağzının en derinlerine kadar almaya uğraşıyordu.
İlk şaşkınlığımı atlattım bir süre sonra. Hanımağa’nın dudakları ve dilinin dokunuşları beni azdırıyordu. Ellerimi saçlarına attım. Onları okşarken Hanımağa yarağımı emiyor, yalıyor, kasıklarımı ve yarağımın üstünü öpüyordu.
Pantolon ve baksır halen üzerimdeydi, hızlı bir hareketle çıkardı ikisini de ayaklarımdan. Bacaklarımı iki yana ayırdığımda nerdeyse taşaklarıma kadar ağzına aldı yarağımı. Boğuluyormuş gibi boğuk sesler çıkarıyordu ama bunu kendisi istiyordu. Yoğun ve ıslak saksosu sonucu ağzından tükürükler akmaya başlamıştı. Gözlerini kocaman açmış bana bakıyordu.
Saçlarına asıldım ve çektim, iyice bastırdım yarağıma başını. Boğuk ve hırıltılı sesler eşliğinde köküne kadar aldı yarağımı ağzına. Bana olan ilgisini ve sevgisini ispatlamaya uğraşıyordu. Dışardan birisi duyabilir diye aldığım zevki ifade edecek sesler çıkaramıyordum. Onun yerine sahnede şarkı söyleyen Ecem’in sesi geliyordu kulağıma.
Hanımağa’ya durmasını söyledim. Başını kaldırdı, gözleri kızarmış, kenarlarına yaptığı hafif koyu makyajı akmıştı. Çenesine akan yoğun tükürüğü masanın üstündeki kutu mendilden bir tane çekerek sildi ve yere attı.
Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve dudaklarına asıldım. Başını sıkıca tutmuş dudaklarını koparırcasına emiyordum. Uzattığı dilini vakumlayıp içime çekiyordum. Yanaklarını, çenesini, boynunu öpücüklere boğdum daha sonra. Ensesine attım elimi, saçlarını okşadım. Sıkı sıkı sarıldı bana. Üstümdeki ceketi kollarımdan sıyırıp çıkardı, koltuğun üstüne attı.
Yeniden öpüşmeye başladık. Bu kez o benim dudaklarımı emip dilimi vakumluyordu. Alttaki kalkık yarağım eteğine değiyor, pileli eteğin hareketiyle gıdıklanır gibi oluyordu.
Ellerimi alta kaydırdım, belini okşadım önce ardından eteğinin altından sokup kalçalarını ve dolgun götünü avuçladım. Pamuklu ten rengi bir külot giymişti. Gülnaz ya da Melis gibi günlük hayatında tanga külot giyecek biri değildi ne de olsa.
Külotunun altına soktum elimi, göt yanaklarını avuçlayıp sıktım. Şişkin memeleri göğsüme değiyordu. Ara ara dudak dudağa öpüşmeye devam ediyorduk. Ayaküstü birbirimizi yiyorduk resmen.
Hanımağa’yı tuttum ve koltuğa oturttum daha sonra. Bacaklarını ayırmasını istedim. Dizlerinden büktüğü bacaklarını ayırıp kendine çekti. Eteğini sıyırıp külotunu çıkardım ayaklarından. Amının dudaklarını ayırdım ve emmeye başladım sırayla. Onları emiyor, içime çekiyordum ve her saniye dudakları bir yarağın kalkması gibi şişiyordu. Amı gittikçe sulanırken içine dilimi soktum daha sonra. Kadınlık kokusunu çektim içime. Amı her an tıraşlı ve temizdi.
Amının dudaklarını küçük küçük ısırırken Hanımağa keyifle ama kısık sesle iniliyordu. Bulunduğumuz yer itibarıyla sessiz olmamız gerekiyordu, tamamen gizli bir şeydi bu yaptığımız ama bu gizlilik olaya gizem katıyor ve bu da işin tadını ve zevkini çoğaltıyordu. Yasak elmayı yemenin hazzı gibiydi.
Amını aşağıdan yukarıya uzun uzun yalarken kalçalarını okşuyordum. Hemen alttaki göt deliğini dilledim daha sonra. Bu gizli ve yasak sevişmenin zirvesini Hanımağa’nın götünü sikerek yapmak istiyordum. Göt deliğine değen dilim dolgun bedenini titretiyordu. Ikınmayı andıran seslerle dudaklarını emip ısırdıkça gözümün önüne Gülnaz geldi.
Yarağım içine girmek için çoktan sertleşip kalınlaşmıştı ama üç kere boşalmanın rahatlığıyla kendimi kontrol edebiliyordum. Ayrıca kendimi Hanımağa’ya affettirmem gerekiyordu. Sevişmeyi ne kadar uzatır ve ona zevk verirsem beni affedeceğini düşündüm. Belki de Hanımağa Sevda ile yarış yapmıyor, affetmek için bana bir şans veriyordu bu gece…
“Domal şöyle, hadi!” dediğimde çabuk bir hareketle koltuğun üstünde domaldı, eteğini belinde topladı. Koltuğa gelen çıplak göt yanakları kızarmıştı. Onları hamur gibi sıkıp yoğurdum. Ardından iki yana iyice ayırdım. Derin bir vadiyi andıran göt yarığının ortasındaki deliğe baktım bir süre.
Hanımağa başını geriye atmış ne yapacağımı merak eden gözleriyle bakıyordu. Derken dilimi olabildiğince uzattım ve göt deliğine değdirdim. Temiz ve kılsız göt deliğinin ağzı terlemişti. Hafif bir tuz tadı dilime gelir gibi oldu.
Rahatsız edici herhangi bir koku yoktu. Alta kaydırdım dilimi ve amını dilledim, yaladım. Sonra yeniden göt deliğini dilledim. Sağ orta parmağımı amına soktum yavaşça. İçinde götürüp getirirken sıcaklığını, ıslaklığını hissediyordum fazlasıyla.
Amındaki parmağımı götündeki dilimle dengeliyor ve ona iki taraflı zevk yaşatıyordum. Aldığı zevkle sertleşip yumuşayan dolgun göt yanaklarına öpücükler kondurup ısırıyordum. Külotunun lastiğinin yaptığı pembeleşmiş izlerin üzerinde dilimi gezdiriyordum.
Hanımağa saçlarını savurup bana bakıyordu sürekli. Daha ne kadar devam edeceğimi kestirmeye çalışıyordu sanki. Benim bu şekilde devam edeceğimi anladığında “Hadi sik artık!” demeye başladı. Birkaç defa daha amını ve götünü dilledikten sonra “Tamam!” dedim ve doğruldum.
Elinden tutup doğrulttum onu da. Hanımağa amına girmemden önce son bir kez yarağımı ağzına almak için çömeldi önümde, bir çırpıda kaptı yarağımı. Hızla somurmaya başladı. Kendini kaybetmiş gibi ileri geri hareketlerle yaylanıyordu. Karımla birlikte porno filmler izlemekten hoşlanıyordum ve Hanımağa o filmlerdeki kadınlar gibi somuruyordu yarağımı. Tam bir Milf idi.
“Tamam, hadi kalk!” dediğimde bıraktı yarağımı. Ayağa kalktı. Ağzındaki sıvıyı elinin tersiyle sildi. Masanın önündeki sehpayı kaldırıp öbür tarafa koydum, ortayı boşalttım. Hanımağa’yı tuttum ve masaya eğilip domalmasını istedim. Ellerini büyük maun çalışma masasına uzattı iyice ve eğilip domaldı.
Eteğini kaldırıp belinde topladım. Eğildim ve birkaç defa daha amıyla götünü dilledim. Ayrık duran amını ve göt deliğini gözüme kestirdim. Üç kez boşalmıştım bugün ama dördüncüsü benim için en değerlisi olacaktı.
Ve günün finalini Hanımağa’nın götüyle yapmak istiyordum…